Hoşgeldiniz









15 Eylül 2011 Perşembe

FAYDALI LAHANA-FATMA BEYZA TÜTÜNCÜOĞLU

Çiftçi tarlasına pek çok sebze ekmişti. Ispanak, karnabahar, kereviz, lahana ve havuçlar neşe içinde büyüyorlardı. Havuç kitap okuyor, kereviz örgü örüyor, karnabahar şiir yazıyordu. Ama lahana hiç durmadan övünüp duruyordu.

“Bu tarladaki en güzel sebze benim. Baksanıza şu yapraklarıma, ne kadar büyük! Rengim de hepinizden daha güzel. Ah çiftçi bir gelse de beni bir görse! O zaman bu tarladaki hiçbir sebzenin yüzüne bakmaz.”

Böyle söyleyerek kibirleniyordu. Sadece arkadaşlarına değil, oradan geçmekte olan uğurböceğine, kelebeğe de anlatıyordu. Tarladaki tüm sebzeler bıkmıştı ondan. Sonunda karnabahar dayanamadı:

“Bu kadar kendini beğenmiş olma,” dedi. “Ispanak, kereviz, havuç hepimiz vitamin doluyuz. Allah hepimizi çok güzel yarattı.”

“Evet. Rengimiz, şeklimiz farklı ama halimizden memnunuz,” dedi diğer sebzeler.

“Kim sizin yerinizde olmak ister ki,” dedi lahana burun kıvırıp. Bakın bana. Harikayım.”

“Güzelliğinle övünmek yerine neden sen de bir şeylerle ilgilenmiyorsun, dedi kereviz.

“Şiir yazmaya, kitap okumaya ihtiyacım yok benim, dedi lahana. Ben güzelim ve önemli olan da bu.”

O böyle konuşurken, bir karga sürüsü tarlaya yaklaştı.

“Hey, dedi bir tanesi. Şuradaki kocaman lahanayı görüyor musunuz arkadaşlar? İştahım açıldı birden. Ne duruyoruz? Yiyelim onu.”

Hep beraber tarlaya indiler. Sebzeler daha ne olduğunu bile anlamadan kargalar lahananın yapraklarını yemeye başladılar. Sebzeler hep bir ağızdan,

“İmdat! Yardım edin. Bizi kargalardan kurtarın! diye bağırdılar.

O sırada çiftçi de tarlasını sulamaya gelmişti. Sebzeleri her gün biraz daha büyüyorlardı. Bugün yarın olgunlaşırlarsa hepsini toplayacaktı.
Fakat o da ne! Tarlasının üstünde bir sürü karga vardı. Hemen koşup hepsini kovaladı. Kovaladı ama geç kalmıştı. Kargalar lahananın bazı yapraklarını kopardıkları için övündüğü güzelliğinden eser kalmadı.

Diğer sebzeler lahana için çok üzüldüler.
“Merak etme arkadaş. Birkaç güne kalmaz eski haline kavuşursun, diye onu
teselli ettiler.
Bir müddet sonra lahananın yaprakları eski güzelliğine kavuştu. Ama kibirli lahanadan eser kalmadı. Güzel masallar öğrenip, her gece arkadaşlarına anlattı. Faydalı olmanın mutluluğunu yaşadı.

5 Ağustos 2010 Perşembe


BİR CAMDAN ÖBÜRÜNE ZAMAN YOLCULUĞU
KUM SAATLERİ
Çocukluğumdan beri severim kum saatlerini. Kum taneleri yavaş yavaş bir cam küreden öbürüne geçer. Onunla birlikte zaman da akıp gider. Biraz da üzülürüm kum saatindeki kumlar için. Sahillerde kaleler yaptığımız kumlar özgürdür. Rüzgarlar alıp götürür onları. Kum saatinin içindeki kumlar ise bir yere gidemezler, bir camdan öbürüne sadece.
İLK KUM SAATİ
Araştırmalarıma göre, Avrupa’da ilk kez 8. yüzyılda kullanılmaya başlamış. Camcılık becerisi geliştikçe, kumun doldurulduğu ağız da eritilerek kapatılmış ve nemlenerek akışın zorlaşmasının önüne geçilmiş. Saatlerde kumun yanında, zaman zaman pudra haline getirilmiş yumurta kabuğu, civa ya da ince toz siyah mermer de kullanılmış.
GELELİM 16. YÜZYILA
16. yüzyıldan günümüze sürekli zamanı ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmış kum saatleri. Mesela, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi gibi. Nasıl mı?
Belirli sayıda kulaç aralıklarıyla düğüm atılan ve ucuna bir kütük bağlanan ip denize sanılıyormuş. Bir gemici kum saatiyle belirli zaman dilimleri içinde kaç düğümün suya girdiğini sayıyormuş. Eğer belirlenen sürede beş düğüm inmişse, geminin hızı beş deniz mili oluyormuş.

YELKENLİ GEMİLERDE
19. yüzyıl sonuna kadar yelkenli gemilerde hız belirlemek için bu yöntem kullanılmış.
Soğuk iklimlerde su saatine göre daha yaygın kullanımı varmış. Fakat gün boyunca zaman ölçümü için çok uygun bir gereç olarak görülmemiş. Bunun için, ya çok büyük yapılması, ya da başında her an birinin beklemesi gerekiyormuş.
Bazı kum saatlerinde bulunan kadrandaki gösterge, saatin her baş aşağı edilişinde bir saat ileri alınıyormuş. Yine de, kum saati uzun bir dönem boyunca, küçük zaman aralıklarının ölçülmesinde başarıyla kullanılmıştır.
YUMURTA KAYNATIRKEN
Bugün hâlâ aşçılar yumurta kaynatırken kum saati kullanıyorlar. Günümüzde kum saatlerinin içinde bulunan kum, üç ya da beş dakikada diğer cam küreye akar.
İşte kum saatinin asırlar öncesinden gelen kısa hikayesi.

10 Haziran 2008 Salı

SPOR ÇOCUKLARA GÖREDİR - FATMA BEYZA TÜTÜNCÜOĞLU


Bir kere spor tam çocuklara göre bir şeydir. Çünkü, çocuklar hoplamayı, zıplamayı, atlamayı, tırmanmayı severler. Ama her atlama, hoplama zıplama spor değildir. O zaman bu ne demektir?

Bu enteresan girişten sonra, en iyisi öncelikle spor nedir onu anlatayım.

Spor, insanların tek ya da toplu halde sağlıklı yaşamak veya bir rakibe karşı mücadele heyecanı yaşamak için yapılan beden hareketlerinin bütününe denir. Voleybol, binicilik, kayak, avcılık, denizcilik, güreş, basketbol, futbol sporun kollarıdır.

Sporu zevk için yapanlara amatör sporcu, meslek haline getirip bundan para kazananlara profesyonel sporcu denir.

Milletlerin her sporda aynı başarıyı göstermedikleri bilinen bir gerçektir. İngilizler futbolda, Amerikalılar beyzbolda, Türkler de güreşte üstündür.

Sporun her dalı, insan sağlığı için yararlıdır. Fakat zaman, yaş ve ortam göz önünde bulundurularak sistemli olarak yapılan spor sağlık için faydalıdır. Spor yapmanın yaşı yoktur arkadaşlar.

Spor yapmak bedenimiz kadar zihnimize de iyi gelir. Bizleri rahatlatır. Bedenimizin daha sağlıklı olmasını sağlar. Gelişme çağındaki çocukların fiziki yapılarına göre, spor yapmaları çok yararlıdır.

Ayrıca içimizdeki enerjiyi dışarıya atmamızı sağlar çocuklar. Evde hoplayıp zıplayacağımıza, bir uzman öğretmen gözetiminde yapılan spor bize yarar sağlar.

Kısacası spor güzeldir. Hele de tatilde yapılabilecek en güzel şeylerdendir.

Spor yapan sağlıklı kalır. Siz de sağlıcakla kalın.

24 Mart 2008 Pazartesi

Çocuklara Ebru




2006-2007 senesinde Kardelen ana okulunda Ebru dersleri verdim çocuklara. 4-5-6 yaşlarında minik melekler Ebru yapmak için birbirleriyle yarıştılar. Ve harika Ebrular yaptılar. Bazılarının rüyasına girdi, bazıları "keşke yüz tane yapsam" dedi. Ben de mutlu oldum. Geleneksel bir Türk-İslam sanatıyla tanışmalarına aracı olmak güzeldi.

BULUT SEPETİ-VALERİA KOLOS


Kuş gibi konar gece dam tarlasına
Kanatları yıldızlı
Uzanır pencerelere
Ay ışığından salıncak

Dolunayı görüp de
'Melekler top oynar' sanma
Herkes görev başında

Gökkuşağından süzülen renklerle
Boyanırken uykun
Sevdiklerinle dolsun rüyan,
Neler var bu gece bulut sepetinde
Kuşlar, kediler ve dostlar…
Melekler gezintiye çıkmış
Kanatları yüzünü okşar.





* Ukrayna asıllı türkolog, şair. Yıllardır İstanbul'da ikamet etmekte olan şair, şiirlerini Türkçe olarak kaleme almaktadır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın İstanbuldaki idari merkezinde diplomat pozisyonundadır.

21 Mart 2008 Cuma

Teknoloji denen güzel şey/ fatmabeyzatütüncüoğlu



Şu teknoloji denen şey ne güzel. Bilgisayar oyunları hele. Şu virajı da dönebilirsem vııııırrrrnnnnn. Kendimi tıpkı yarış pistinde gibi hissediyorum. İki de bir de annem çağırıp bir şey istemese daha iyi olacağım ama… Bak yine çağırıyor işte. Öğle yemeği vaktiymiş. Ne? Öyle yemeği mi? Saat kaç ki? 12 buçuk. Ne yani? Ben şimdi tam beş buçuk saattir bilgisayar başında mıyım? Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Boynum ağrıyor. Parmaklarım da. Kendimi yorgun hissediyorum. Gidip yemek yiyeyim bari. Gerçi oyunun en heyecanlı yerindeyim ama annem dört defadır çağırıyor. Bu sefer de gitmezsem neler olur düşünmek bile istemiyorum.

Geldim. Geldim. Oooo annem neler yapmış. Evi toplamış. Yemek yapmış. Masayı hazırlamış.

Bugün yoğun kar yağışı yüzünden okul tatil oldu. Ne güzel! Bol bol bilgisayar oynarım. Yaşasııın! Yaşasın da annem kızdı. Yemekler soğumuş. Hem bilgisayar dışında da yapılacak güzel şeyler varmış. Hiç bile!

Tam yemekten kalkıyordum ki elektrik kesildi. Olacak şey mi bu! Ben oyunumu nasıl tamamlayacağım şimdi. Tüh! Skorum da çok güzeldi. Annem neden suratımın asıldığını soruyor. Tabi ki canım sıkıldı. Ben bütün gün bilgisayarsız ne yaparım? Annem gülüyor.

Yemek bitti. Elimi yıkadım. Dişlerimi fırçaladım. Annem beni çağırıyor yine. Anne ya! Canım sıkkın zaten. Neymiş kar tanelerinin şekillerine bakacakmışız. Hiç ilgimi çekmiyor doğrusu. Aklım fikrim bilgisayarda. Ah elektrik bir gelse de şu oyunumu tamamlasam.

Annem neye gülüyor öyle? Dur merak ettim şimdi. Gidip bakayım. Siyah paltosunu giymiş balkona çıkmış. Ben de hırkamı giyeyim. Çok soğuk. Ama her yer bembeyaz olmuş. Ağaçların dalları, evlerin çatıları, evimizin önündeki çocuk parkı. Ne harika bir görüntü bu! Allah her yeri beyaza boyamış. Annem bana koluna konan kar tanelerini gösterdi. Aaaa! Ama bunların şekilleri var. Bu aynı yıldıza benziyor. Bu da çiçek gibi. Bunun şekli daha farklı. Harika bir şey bu. Annem hiçbirinin birbirine benzemediğini söyledi. Nasıl yani? Mümkün mü bu? O kadar çok ki kar taneleri. Annem bunda şaşılacak bir şey olmadığını söyledi. Herkeste iki göz, iki kulak, bir burun, bir ağız varmış ama kimse kimseye benzemiyormuş. Doğru. Ne kadar akıllı şu benim annem. O zaman kar tanelerinin birbirine benzememesine neden şaşırıyormuşum. Gel de cevapla şimdi. Ama bunlar çiçek çiçek. Üzerimize gökyüzünden beyaz çiçekler gönderiyor Allah’ım. Dışarıda ne güzel şeyler varmış. Hey! Ahmet değil mi şu? Yanında da Fatih var? Sude, Zeynep. Hepsi çıkmış dışarıya. Beni de çağırıyorlar. Kardan adam yapacaklar, kartopu oynayacaklarmış. Annem izin verdi. Durur muyum? Üstümü sıkı giyinip çıktım.

Çok eğlenceliydi. Kartopu oynadık. Kardan adam yaptık. Kar yumuşacık. Unutmuşum ne kadar güzel olduğunu. Oh! Rahatladım sanki. Üşüdüm ama rahatladım yine de. Karnım da açıktı. Biraz eve gideyim. Annem bana sıcacık çorba ısıttı. Oh! İçim ısındı. Annem bunu bulamayan çocuklara dua etmemi de istedi. Sıcak bir yuva, yemek, anne büyük nimetmiş. Öyle dedi.

Odama gittim. Elektrik gelmemiş daha. Benim güzel bir kitaplığım da var. Macera ve tarih romanlarına bayılırım. Hımm. Şurada bir kitabım olacaktı. Yarım kalmıştı. Hem de en heyecanlı yerinde. Onu bulayım. Heh işte burada. Annem dantel yapıyor. Ben de onun yanına gidip, kitabımı okuyayım. Annem ben kitap okurken hiç konuşmaz. Gülümsedi. Tamam ben okumaya başlıyorum.

Annem çağırmış yine duymamışım. Dört beş defa seslenmiş. Elektrik gelmiş onu haber veriyormuş. Napim kitap okuyorum.

Üstelik kitabın en heyecanlı yerindeyim. Şimdi bırakıp gelemem ki!

20 Mart 2008 Perşembe

SARI KEDİ SARI ÇİÇEK



fatma beyza tütüncüoğlu

“Yani şimdi sen de sarısın ben de, öyle mi? dedi sarı çiçek.
“Evet,” dedi sarı kedi. İkimizin de rengi sarı.
“Ama senin tüylerin var, benim tüylerim yok.”
“Tüylerim beni kışın üşümekten koruyor bir kere. Hem ben onları temizliyorum sık sık.”
“Benim yapraklarım var.”
“Benim de tırnaklarım”
“Sarı renkte başka ne var?”
“Güneş var tabi ki,” dedi sarı kedi. Güneş sarı.
“Hımmm, ayçiçekleri de sarı,” dedi sarı çiçek.
“Sen hiç ayva gördün mü?”
“Tabi ki gördüm. O da sarı.”
“Başka, başka?”
“Sarı renkte elma var,” dedi sarı çiçek. Kırmızı renkte elma da var.
“Sarı yılanlar da var. Bir dergide görmüştüm,” dedi kedi.
“Demek ki, sadece ben ve sen yokuz sarı renk olan. Daha bir çok şey var.”

Onlar sohbet ederken, güneş battı. Akşam oldu.

“Benim çok uykum var, dedi kedi. Gidip uyumam lazım.
“Doğrusu benim de, dedi çiçek. Yarın görüşmek üzere dostum.
“Yarın görüşmek üzere, dedi kedi.
Koşa koşa evine gidip, dua etti. Sonra da güzel bir uykuya daldı.

Hakkımda

Fotoğrafım
C.tesi sabahları Moral fm de Pembe-Mavi adında keyifli bir program hazırlayıp sunuyor. Çocuk kitapları var. Reklam seslendirmeleri yapıyor.